Avrupa Birliği içişleri bakanları, sığınmacı politikasını sıkılaştıracak ve düzensiz göçü önleyecek bir anlaşmaya vardı. En kritik değişiklik, geri gönderme süreçlerinin artık tüm üye ülkelerde ortak ve uyumlu prosedürlere bağlanacak olması. Bu yeni çerçeve; sınır dışı gözaltısı, yeniden giriş yasakları ve özellikle de ülkeden ayrılmakla yükümlü kişilerin Avrupa Birliği makamlarıyla iş birliğini daha sıkı kurallara tabi tutuyor.
Sığınmacı politikası sertleşiyor: Güvenli menşe ülkeleri güncelleniyor
Bakanların üzerinde uzlaştığı bir diğer başlık ise “güvenli menşe ülkeleri” listesinin güncellenmesi oldu. Listeye Mısır, Fas, Tunus, Hindistan, Bangladeş, Kolombiya ve Kosova’nın da eklenmesiyle, bu ülkelerden gelen ve iltica başvurusu reddedilen kişilerin AB’den daha hızlı sınır dışı edilebilmesinin önü açılıyor. AB İçişleri Komiseri Magnus Brunner, “Listeyi tekrar genişlettik ve neyin güvenli sayıldığına ilişkin açık kriterlere sadık kalıyoruz” diyerek kararın uzun süren istişareler sonucunda alındığını belirtti. Brunner, UNHCR ve ilgili sivil toplum kuruluşlarıyla yürütülen çalışmaların sonucunda oluşturulan bu listenin “geri gönderme sürecini büyük ölçüde kolaylaştıracağını” vurguladı.
Bu haber dikkatinizi çekebilir: Almanya’ya iltica başvurularında sert düşüş
Tartışmalı “üçüncü ülke” yaklaşımı
Bakanlar yalnızca menşe ülkeleri değil, aynı zamanda “güvenli üçüncü ülkeler” kavramına ilişkin bir modelde de fikir birliğine vardı. Buna göre reddedilen sığınmacılar, gelecekte hiçbir kişisel bağlarının bulunmadığı ülkelere dahi daha kolay yönlendirilebilecek. Ancak bu yaklaşım, son sözü söyleyecek olan Avrupa Parlamentosu’nda ciddi tartışmalar yaratıyor. Danimarka Göç Bakanı Rasmus Stoklund ise bu yeni çerçevenin AB açısından bir dönüm noktası olduğunu düşünüyor. “Artık üye devletlerin üçüncü ülkelerde dönüş merkezleri kurmasına imkân veren yasal çerçeveye sahibiz” diyen Stoklund, bugün sadece dört kişiden birinin gerçekten AB’den ayrıldığına dikkat çekerek mevcut sistemin sorunlarını hatırlattı.
Almanya İçişleri Bakanı Alexander Dobrindt de, reddedilen sığınmacıların bu merkezlere götürülmesi fikrine sıcak bakıyor. Ancak geçmişte benzer girişimlerin sonuçsuz kaldığını hatırlatarak bunun “zaman alacak devasa bir görev” olduğunu belirtten Dobrindt, “Ama şimdi yeni bir fırsat var. Almanya da diğer ortak ülkelerle birlikte bunu değerlendirmeye çalışacak” dedi.
AB’nin kapsamlı iltica reformunun bir diğer temel unsuru, sığınmacıların üye ülkeler arasında daha adil bir şekilde paylaştırılmasına yönelik dayanışma modeli. Buna göre ülkeler üç farklı yolla katkı sunabilecek: belirli sayıda sığınmacıyı kabul ederek, mali katkı sağlayarak veya sınır korumasına ekipman ve personel desteği vererek. 2026’nın ikinci yarısına kadar hedef, 21.000 mültecinin başka bir üye ülkeye yerleştirilmesi. AB Komisyonu’na göre bu düzenlemeden özellikle Yunanistan, İtalya, İspanya ve Güney Kıbrıs gibi göç baskısı yüksek ülkeler yararlanacak.
Birçok ülke muafiyet rayışında
Ancak pratikte daha fazla sığınmacı kabul etmeye gönüllü ülke sayısı oldukça sınırlı. Almanya da dahil olmak üzere pek çok üye devlet, Komisyon’un öngördüğü yükümlülüklerden muaf tutulabilmek için başvuruyor. Bakan Dobrindt, “Burada, Avrupa içindeki ikincil göç açısından ve Ukrayna’dan gelen mültecilerin kabulü bakımından Almanya’nın hâlihazırda yüksek bir yük taşıdığı tespit edilmiş durumda. Bunların hepsi gelecekteki dayanışma mekanizmasında rol oynamalı” diyerek muafiyet taleplerini savundu.
Aynı yönde taleplerde bulunan ülkelerin sayısı artarken, Brüksel’de bu konunun daha yoğun şekilde tartışılacağı anlaşılıyor. Kararlara eşlik eden temel beklenti ise şu: 12 Haziran 2026 itibarıyla Göç Paktı ne kadar etkin çalışırsa, AB’ye yönelen sığınmacı sayısı o kadar azalacak; böylece üye ülkeler arasında zorunlu dayanışmaya duyulan ihtiyaç da düşecek.
Eleştiriler de var
ZDFheute’nin haberine göre, göçmenlere yardım kuruluşu Picum’dan Silvia Carta, “AB, güvenlik, koruma ve entegrasyona yatırım yapmak yerine, daha fazla insanı riske atacak ve yasal gri alanlar yaratacak politikalar seçiyor” diyerek, geri gönderme merkezlerinin Avrupa hukuku ile uyumlu olmadığını belirtti.




